Yazıya başlamadan önce baktım, en son Aralık 2019'da yazmışım buralara. Aradan üç yıl, bir pandemi ve çokça yorgunluk geçmiş. Son yazıyı yazan ben ile şimdiki ben arasında bir aynılık kaldı mı söylemek güç ama olsun, iyi kötü yazmaya dönmek de bir benzerlik sayılır diyelim
Bu çalışmayı hocadan fikir olarak dinlemiş olsam şahane bir fikir olarak görür ve yazılıp bir kisveye bürünmesini merakla beklerdim muhtemelen. Çünkü, hayali bir muhaddis üzerinden farklı dönemleri tek bir anlatı etrafında birleştirmek insanı heyecanlandıran bir şey, özellikle de hadis ilmiyle iyi kötü bir bağınız varsa. Ama kitap -maalesef ki- yeterince heyecan verici değil, hatta yer yer sıkılmanın eşiğine getiriyor bile diyebilirim. Benim açımdan bunun en temel sebebi kitabın kurgusal yönünün çok zayıf kalması. Enes Hoca (yazar) kitaba içten içe gerçek olmasını umduğum bir yazma eser hikayesiyle başlıyor ve anlatı da bu yazmanın etrafında gelişiyor. Böyle umdum çünkü gönül istiyor ki hoca metne sadık kalmak için eserinin kurgusunu bu kadar zayıf bırakmış olsun, ama maalesef ki bu kitabın problemi bir metne sadakat problemi değil. Zaten ortada böyle bir yazma da yok. Neyse.
Râvi'nin bir roman çalışması olarak hikayesi ve bir derdi var, burası kesin. Kitabın aşından sonuna kadar o derdi hissediyorsunuz. Yazarın hayal dünyasına da dar diyemem açıkçası çünkü böyle çok katmanlı bir şeyi hayal edip büyük bir kısmı bugün var olmayan güzergahların ve şahit olmanın ötesinde nasıl olduğuna dair çok da veri bulunmayan dönemlerin hikayesini ortaya koymak her hayalperestin harcı değil, bu açıdan hocanın hakkını teslim etmek isterim. Peki, kitabın derdini, sınırlılıklarını görüyor ve hikayenin tasavvur edilişini de takdir ediyorsam benim problemim ne bu kitapla? Kurgusallık derken ne bekliyorum? Baştan şunu ifade edeyim, kitabı alırken de okurken de bir fantastiklik veya efsun beklemedim, merak unsuru da en azından kitabı bitirmeme yetecek kadar vardı ama bir manzarası yoktu. Hicri üçüncü yüzyıla şöyle bir baktığımızda o hareketli yaşantı, ilim dünyasında olup bitenler, alimlerin etkileşimleri, gündelik hayat, yollar, şehirler, geceleri gündüzler derken kurguya dayanak olabilecek malzeme sayısı inanılmaz. Üstelik kimsenin yüzde yüz gerçeklik bekleyemeyeceği kadar eski bir devir söz konusu. Buna rağmen kitapla ve pek tabii râvi ile ilerlerken o yollar, şehirler, olaylar gözünüzde canlanmıyor bir türlü. Burada bir durup dilimi düzelteyim, belki diğer okurların gözünde canlanmıştır ama ben sadece kitaptan hareketle bir dünya kurmakta çok zorlandım. İstedim ki ışıl ışıl çöl geceleri, vahalar, seraplar, belki eşkıya baskını belki kervanbaşının hatıraları, şehirlerin bağları bahçeleri, çarşıların bitmek tükenmek bilmeyen canlılığı, mihnenin soğuk rüzgarları, ulemanın muhabbeti, talebelerin haşarılığı, çocukların neşesi, kadınların telaşesi sarsın dört bir yanımı ve her şeyden önemlisi râvi bir cisme bürünüp dikilsin karşıma, hayatı bir rivayet yolculuğu olmanın ötesinde canlılık bulsun, sevsin, sevilsin, öfkelensin, üzülsün... Daha pek çok şey sıralayabilirim beklentilerime dair ama okuyucuyu yormaya gerek yok. O yüzden tek bir cümleyle özetleyeceğim en büyük eksiği, kitabın baş rolünün diğerlerinden ayrılan bir varlığı, bir karakteri yok. Çok sıradan daha doğrusu haddinden fazla mutedil, bu yüzden ayakları yere basmıyor bir türlü. Yazarın raviden ziyade rivayetin hikayesini anlatmayı hedeflediğini düşünürsek sağlam bir karakter kurmayışını anlayabiliriz ama kitabın bizi alıp götürememesini yalnız buna bağlamak bizatihi roman türüne haksızlık olur. [Burada sebep-sonuç arasındaki ilişki net değil, farkındayım. Ama baştan da söylediğim gibi, küskün bir kalemle yazmak kolay değil.] Ulemanın içinde bu derece mutedil olmayı başaran, meselelere karşı hep belli bir mesafede kalan ve etrafında gelişen olaylara karşı ilmi faaliyetlerden bir kalkan oluşturan bir alim gerçekten var mıydı acaba diye düşünmekten de alamıyorum kendimi. Her şeyin ve herkesin merkezinde bir karakter ne kadar tarafsız kalabilir, ya da ne kadar uzak kalabilir akıştan? Ya da bu kadar güvenli bir mesafede kalmayı tercih eden karakterlerin anlatılacak bir hikayesi olduğuna emin miyiz?
Kitabın görsel anlatısının zayıf olduğunu anladık, uzatma artık diyor iç sesim. O halde bir diğer probleme geçelim: Didaktiklik. Kitabın bir şeyleri doğru tasvir etme çabası ve hadis rivayetine dair gerçekçi bir tablo çizme gayesi o kadar ağır basıyor ki her şeyi gölgede bırakıyor. En ince ayrıntısına kadar açıklanan teknik terimler kurgunun içine yedirilmiş olsa da buradayım diye bağırıyor, parantez içlerinde verilen açıklamalar, bakın bunlar sadece bir hikayeden ibaret değil demek için yer verildiğini bas bas bağıran detaylar, yer yer ansiklopedi maddesini mi açtım diye sorgulatan dil derken "bir ravi vardı, ne oldu ona?" diye sormaktan alamıyor insan kendini. Hatta bu didaktiklik o kadar yoğun ki kurgusal detaylarda bile gösteriyor kendini, her şey bir kıssadan hisse, bir hikmetli detay gibi hissettiriyor. Hani yazara haksızlık etmiş olacağımı düşünmesem Sırlar dünyası değilse de adeta bir Payitaht Abdülhamit hikmetliliği diyeceğim. Bir okuyucu olarak ben okuduğum kitabın roman olma gayesi varsa başka hiçbir gayenin bunun önüne geçmemesini beklerim. Bu yüzden yazarın bu didaktiklikten neden kaçamadığını anlamakla birlikte kendisine tam olarak hak veremiyorum. Bu noktada bir ara metin olma iddiası taşıyan bu kitabın didaktiklik problemini aşabilirsin diyen sese dönüp cevap verme dürtüme karşı koyamıyorum: Yapan nasıl yapıyor bilgiyi bu kadar göze sokmadan?
Üstelik sorun didaktiklikten ibaret de değil. Kitabın dili anlattığı döneme kıyasla çok modern kalıyor. Yazar hikayeyi günümüz okuyucusunun dağarcığıyla anlatmak istediği için mi böyle bir dil kullandı yoksa durumun farkında değil mi bilmiyorum ama ben hicri ikinci asırda geçen bir hikayede kariyer gibi kelimeler görmeyi okuma zevkini baltalayan bir unsur olarak görmekten kendimi alamıyorum. Bunda bu dilin kitabı okurken gerçeklikten kopup akışa kapılmaya engel olmasının da payı büyük. Diğer bir dil sorunu ise kitabın anlatısında zaman kiplerinin sürekli değişmesi ve zaman zaman öznelerin birbirine karışması. Bu karışıklık kitabın çok katmanlı bir zaman çizgisinde ilerlemesinden değil didaktikliğin dozunun ayarlanamamasından kaynaklanıyor. Öznelerin özellikle teknik detaylar anlatılırken karışması da bunun bir alameti. Bu durum kiplerin uyumsuzluğuyla birleşince okumak bir miktar yorucu bir hal alıyor. Kitabın bazı kısımlarında bu yoruculuk nispeten ortadan kalkıyor, bu kısımların yazarın oralarda cûşa gelip hayal dünyasını kağıda daha rahat aktardığı yerler olduğunu düşünüyorum. :)
Aslında söylemek istediğim çok şey var ama size daha fazla bu satırları okuma işkencesi çektirmemek adına meseleyi toparlıyorum. Râvi bir roman olmaktan ziyade bir ek okuma metni. Bunu kesin olarak söyleyebilirim. Bu kadar akademik detaya ve yüzlerce isme rağmen okunması bir hadis tarihi kitabına kıyasla kolay ama bu niteliğin ona roman olma vasfı kattığına emin değilim. Bu yüzdendir ki kitabın -özellikle okuyucunun zihninde hadis ilminin temel kavramlarına dair bir tablo oluşturmaya çalışırken çok didaktik kalan ilk kısmının- sonuna gelmekte bir miktar zorlandım, bir an önce bitsin istedim çünkü zihnimde bu hikayenin tamamlanmasına ihtiyacım vardı. Sözün özü iyi roman okumayı sevenlere rahatlıkla önerebileceğim bir kitap değil, roman keyfi vermiyor. Ancak lisans seviyesindeki her ilahiyat öğrencisininin -hadis tarihi dersi aldıktan sonra- bu roman çalışmasını mutlaka okumasını tavsiye ederim. Bir de yüksek lisansta hadis düşünenlerin gerekli akademik okumaları yaptıktan sonra alimler arasındaki bağlantıyı kurmak, hadis tarihi ve usulünü bir çerçeveye oturtmak adına okumalarının çok faydalı olacağı kanaatindeyim.
Not: Bir kitabı böyle eleştirmek için en azından başı sonu belli ve okunması zor olmayan bir yazı yazabilmek gerekirdi ama ne yapalım, elim kaleme alışana kadar idare edeceğiz.
Son not:Benim yaptığım gibi yanına Katar yapımı Ahmed b. Hanbel dizisini de katarsanız çok sıkıcı olmayan bir okumaya dönüşebilir -belki-.