18 Kasım 2018 Pazar

O Şeker, O Şeker mi?

sugar, candy, that sugar, sugar harm, sugarless, sugar free


Ne zaman bir arkadaş ortamında çay içsem şekere uzanışımla birlikte hayret nidaları ve duruma göre kınamalarla karşılaşıyorum. Hemen ardından şu cümle geliyor: "Doğal beslenmeye senin kadar önem veren bir insan nasıl olur da şekerli çay içer?". 

Sağlıklı yaşamın bir trend olarak hızla yükseldiği günümüzde şekerin en büyük düşmanlardan biri olduğu malum. Doktorlar, alternatif tıpçılar, diyetisyenler, yaşam koçları, bloggerlar, yeni anneler... diye uzayıp giden listenin her bir üyesi kendilerine veya kamuya ait platformlardan şekerin zararına dair sayısız içerik paylaşıyorlar. Her gün bir yeni influencer/youtuber'in şekeri bırakma hikayesiyle karşılaşıyoruz. Bu yüzden hayatından şekeri çıkarmayanlar olarak biz de giderek daha fazla göze batıyoruz. 

Dürüst olayım. Yukarıda saydığım etiketlerden hiçbirine sahip olmayan ve sürdürebildiği ölçüde sağlıklı beslenmeye çalışan bir insan olarak şekeri hayatımdan çıkarmayı hiç düşünmedim. Zararsız gördüğümden yahut anlatılanlara inanmadığımdan değil, sadece yiyip-içtiklerimden aldığım lezzeti baltalamak istemediğimden ve özellikle de şekersiz çayın tadı olmadığına inandığımdan. (Evet evet, alışınca çayın gerçek tadının şekersiz çıktığı anlaşılıyor sevgili şekersiz çay lobisi, anlıyoruz. Ama bize göre o iş öyle değil. Sevgiler. İmza: Şekerli çay lobisi.) 

that sugar film, that sugar film afiş, that sugar film poster, hugh jackman, healthy food
Şekeri bırakmaya niyetimin olmadığını çok rahat söylüyor olmam şeker karşıtı dostlarımın hoşuna gitmiyor. Önceden bu rahatlığıma doktor referansları, diyetisyen tavsiyeleri ile karşı çıkılırdı ancak son birkaç yılda bir değişiklik oldu ve ısrarla bir belgeseli seyretmeye teşvik edilir oldum. İzlersem mutlaka şekeri bırakacağımı söylüyordu her tavsiye eden. Sonunda bir akşam dayanamadım ve şekerli çayımın eşliğinde malum belgeseli seyrettim. Ancak genel bilgilerimin dışında öğrendiklerim bende şekeri bırakma isteği uyandırmadı, bununla birlikte bu yapımın bir ölçüt olup olamayacağı yahut ne derecede sağlıklı bilgiler verdiği konusunda da bazı soru işaretleri oluştu zihnimde.

Devam etmeden belgesel hakkında kısa bir bilgi vereyim. That Sugar Film (Türkçeye Ah Bu Şeker olarak çevrildi), şeker tüketiminin insan vücudu üzerindeki etkisini somut olarak görmeyi hedefleyen, bunu yaparken de bir yandan şeker tüketimi ve şekerli gıda endüstrisinin nasıl işlediği hakkında çeşitli gözlem ve ropörtajlara yer veren 2014 yılına ait bir yapım. Yapım oldukça etkili animasyonlar ve birtakım şakalar komiklikler yoluyla anlatısını güçlendirmeye çalışıyor ve izleyenlerden gördüğüm kadarıyla bu noktada başarılı da oluyor (ben animasyonlu kısımları izlerken çok sıkıldım o ayrı mevzu). Lafı fazla uzatmayayım, fragmanı bırakıp anlatmak istediğime geleceğim.  





----------------SPOİLER ALARMI------------------ Başlamadan önce uyarayım, yazının buradan sonrası bir nevi spoiler olabilir, filmi izleme isteğinize engel olacak kadar spoiler vereceğimi düşünmüyorum ama ne olur ne olmaz. Söylemiş olayım. -----------SPOİLER ALARMI-------------

Gelelim belgesele. Belgeselimizin başrolü ve aynı zamanda deneği olan kişi bu filmin çekilme serüvenini anlatmaya şöyle başlıyor: "5 yıl önce kız arkadaşımla tanıştığımda beslenmem tamamen/neredeyse sigara, şeker ve ev yapımı Avusturalya pizzasından oluşuyordu." Evet, muhtemelen aklınızdan geçtiği ve başrolümüzün de kendi ağzıyla itiraf ettiği üzere her şey bir gönül meselesiyle başlıyor. 
Başrolümüz sevgilisinin gönlünü kazanmak için giriştiği sağlıklı beslenme serüveninde rafine şekeri bırakıyor ve bundan üç yıl sonra baba olacağını öğrenince şekerin insan vücuduna neler yaptığından emin olmak için kendi üzerinde bir deney yapmaya karar veriyor.  
Yani elimizde son derece sağlıksız beslenirken birden sağlıklı beslenmeye başlayan ve bu süreçte şekeri de hayatından çıkaran genç bir Avusturalyalı erkek birey var. Söz konusu birey bu deneyi yapabilmek için diyetisyen ve doktorlardan oluşan bir ekibin gözleminde, 2 ay boyunca ortalama bir Avusturalyalı'nın tükettiği kadar (Belgeselde verilen bilgiye göre Avusturalyalı 4 kişilik bir aile bir haftada ortalama 6 kg şeker tüketiyor.) şeker tüketeceği (bu hesaba göre günlük 40 çay kaşığı şeker) ve aynı oranda yağı azaltacağı (bu konuya belgeselde detaylı değiniliyor o yüzden girmeyeceğim ama bu noktada verilen bilgilerin bir açıdan taraflı ve eksik olduğunu da düşünüyorum) bir beslenme programını takip ediyor. Bu beslenme programı kalori olarak daha önceki beslenme düzeninde (2300 kcal, %50 iyi yağlar, %26 protein, %24 karbonhidrat, düşük gliserit)  aldığı günlük kalori miktarıyla aşağı yukarı aynı, bu nokta önemli. Çünkü belgeselin hipotezlerinden biri "önemli olanın kalorinin miktarı değil, kaynağının ne olduğu". Deneye başlamadan önce tüm sağlık değerleri kontrol ediliyor ve deney süresince de devamlı kontrol edilerek gelişmeler gözlemleniyor. Buraya kadar bir sıkıntı yok. Bana göre asıl sıkıntı deneyin uygulanma biçiminde başlıyor.

that sugar film, o şeker filmi, şeker belgeseli, that sugar documentary, o şeker belgeseli


Öncelikle; deneğin bu deneyden önce günlük tükettiği hazır gıdaların içinde somut rafine şeker haricinde  ne kadar şeker bulunduğuna ve bu hazır gıdaların beslenme düzeninde ne kadar yer tuttuğuna dair bir veri yok elimizde. Ancak deneğin buzdolabında yapılan çekimlere ve alışveriş sepetine baktığımızda bolca hazır gıda görüyoruz. (örn. humus) Bu noktada yalnızca sağlık verileriyle değerlendirme yapmak bana makul görünmüyor. Diğer yandan beslenme düzenindeki tek sağlıklı faktör şekerin yokluğu değil, ancak değerlendirmede buna pek bir kıymet atfedilmiyor. 

that sugar film, o şeker filmi, şeker belgeseli, that sugar documentary, o şeker belgeseli, shopping, shopping cart, cart, shop, foodthat sugar film, o şeker filmi, şeker belgeseli, that sugar documentary, o şeker belgeseli, shopping, shopping cart, cart, shop, food

that sugar film, o şeker filmi, şeker belgeseli, that sugar documentary, o şeker belgeseli, shopping, shopping cart, cart, shop, food


Deneyin uygulanmasındaki problemlere gelecek olursak; en büyük sorun deneğin rafine şeker tüketen normal bir insanın beslenme düzeninin ötesinde, beslenme bile sayılmayacak bir yeme-içme eylemi içinde olması. Örneğin güne (4-5 kaşık şeker içerdiği bilgisi verilen) meyve suyuyla başlarken yanında mısır gevreği tüketiyor. Yalnız bundan ibaret de değil, gün içinde de devamlı olarak aşırı şekerli yiyecek ve içecekler tüketirken herhangi bir -normal- yemek yediğini de görmüyoruz. 12 günün sonunda deneğin 3.2 kilo aldığı, bel çevresinde yağlanma başladığı ve bu yağın viseral yağ olduğu gözlemleniyor. Bu arada deneğimiz yaşadığı yerden ayrılıyor ve Avusturalya'nın yerli halkı olan Aborjinlerin topraklarına doğru yola çıkıyor. Bu yolculukta daha önce yaptığı şok edici bir araştırmadan ve daha sonra alınan önlemlerden bahsediyor. İzleme keyfinizi kaçırmamak adına detayları vermeyeceğim ancak günlük beslenmesinin yalnızca %10'u market ürünlerinden oluşan bir halkın fast food ile tanışması ve bu süreçte yaşanan hızlı kayıpları (ve ardından devlet desteğiyle uygulanıp bir müddet sonra iptal edilen tedbirleri) merkeze aldığını söyleyebilirim. Özellikle dikkat çekilen ürün ise kola. Burada son derece önemli ve kıymetli araştırma verilerine yer veriliyor ancak burada da filmin amacına hizmet noktasında bir miktar indirgemecilik yapıldığını söylemeden geçemeyeceğim. Bu arada deneğimiz bir ayın sonuna gelmiş ve 5 kilo almış oluyor.

çürük diş, koladan çürüyen diş, kola dişleri eritiyor, ergenlik dönemi diş, diş hastalıkları, that sugar film, o şeker filmi, şeker belgeseli, that sugar documentary, o şeker belgeseli,Bu noktadan sonra film şeker tüketiminin endüstriyel boyutunu incelemek üzerine Amerika'ya doğru yola çıkıyor. Burada da deneğin son derece şekerli (örn. 134 gramında 34 çay kaşığı şeker olduğu aktarılan jamba juice) ve zararlı ürünlerle beslendiğini söylememe gerek var mı bilmiyorum. Bu süreçte deneğimiz bir yandan bize gözlemlerini aktarırken bir yandan da kendisini giderek daha uyuşuk, daha halsiz, daha yorgun hissettiğini ve duygu durumunun sürekli değiştiğini bildiriyor. Bu yolculuk boyunca bir yandan şeker endüstrisinin nasıl işlediği, bu endüstri üzerine yapılan araştırmaları nasıl fonladığı, bu araştırmaların güvenilirliği gib konularda bilgi verilirken bir yandan da çeşitli lokal örneklere yer veriliyor. (Günde 10-12 kutu kola içen ergenlik çağındaki çocukların diş kayıpları vb. -elbette asitten ve diğer zararlı maddelerden bahsedilmezken şeker ön plana çıkarılıyor-). 

Deney için belirlenen 60 gün tamamlandığında en sağlıklı insan grubunda yer alan denek en sağlıksız %10'luk dilimin içine girmiş oluyor, bununla birlikte insülin direnci artıyor, trigliserit oranı bakımından risk grubuna giriyor, bel çevresi +10 cm yağlanıyor, 8,5 kg alıyor ve vücut yağı %7 artıyor. Bunlar kolayca anlayacağımız değerler, bunun yanında yükselen başka değerler de var. Ayrıca deneğimiz kendini çok bitkin, duygusal anlamda inişli çıkışlı hissediyor ve çeşitli fiziksel problemlerle (sivilce, akne vb.) karşılaştığını da ekliyor. Şekeri bıraktıktan sonra ise (ilk günlerde yoksunluk hissinen dolayı zor zamanlar geçirse de) iki hafta içinde duygusal değişikliklerin normale döndüğünü, cildinin yeniden parlaklaşıp sağlıklı bir görünüm aldığını aktarıyor.

Doktorları yaşanan değişiklikleri anlatırken şekerin vücudunda gözle görülür bir tahribat yaptığından bahsediyorlar ve bunlardan biri şöyle bir ifade kullanıyor: "üstelik abur-cubur tüketmedin". Sanıyorum benim için belgeselin en çarpıcı cümlesi bu oldu. Benim gözümde neredeyse tamamı çöp olan besinlerle besleniyor olmasına rağmen bunların abur cubur kabul edilmemesi (ki izlediğinizde göreceksiniz, oldukça abur-cubur) film hakkında içten içe yaptığım değerlendirmelerde haklı olabileceğimi düşündürdü bana. 

Çünkü esasında takip edilen "beslenme" programı tüm dünya için genellenebilecek bir beslenme biçimi olmadığı gibi, şeker tüketimi de bölgeye ve yeme kültürüne bağlı olarak değişiklik gösteren bir olgu. Bunun yanında bölgelere göre tarım ürünlerinin farklılaşması, doğal sebze ve meyveye ulaşma imkanı, ürün çeşitliliği gibi faktörlerin de yadsınamayacak bir etkisi var. Hal böyle iken bu belgeseli herkes için geçerli veriler sunuyor ve objektif bir deney ile sağlıklı bir karşılaştırma yapıyormuş gibi görmek ve referans almak çok da sağlıklı bir yaklaşım gibi durmuyor. Diğer yandan farklı veriler ve işleyişteki problemler göz ardı edilip sadece bu belgeselde anlatılanlar temel alınsa bile bütün olan bitenin sorumlusunun şeker olduğunu söyleyebilmek pek olası görünmüyor. Deneyde tatbik edilen beslenme düzenini şeker tüketmekle birlikte bazı şeylere dikkat ederek beslenen biri uygulasa muhtemelen onda da büyük tahribatlara yol açtığı gözlemlenecektir, çünkü bu normal bir beslenme biçimi değil, en azından benim için öyle. Ve aslında tam da bu noktada filmin en büyük eksikliği ortaya çıkıyor, karşılaştırma yapma imkanı yok çünkü elimizde tek bir kişinin hikayesi var. Halbuki bu konuda net bir kanıya varabilmemiz için en azından mukayese edebileceğimiz bir zemin olması gerekir.

Elbette bu belgeseldeki problemli noktalara işaret etmekteki amacım şekeri yüceltmek yahut zararsız olduğuna dair bir iddia ortaya atmak değil, çünkü şekerin etkisini gözlemleyen çok sayıda bağımsız araştırma da var ve görünen o ki filmin iddia ettiği kadar olmasa da vücutta bir tahribata yol açabiliyor. Yani böyle bir şeyi iddia etmem mümkün değil. Ancak bununla birlikte mümkün olduğu kadar az şeker kullansak ama bunu yaparken de ölçüyü kaçırmasak, şekeri günah keçisi ilan edip hazır gıdaları, mevsiminde yetişemiş tarım ürünlerini ve diğer problemli gıdaları tüketerek kendimizi kandırmasak iyi olur demek istiyorum, umarım derdimi anlatabilmişimdir sevgili şekersiz çay lobisi. Anlayacağınız o şeker, o şeker değil. :)

1 yorum:

  1. Çok açık ki bu yazı şeker lobisi tarafından yazdırılmış. Yazar, beyazı aklamıyor ama ustaca (kurnazca mı demeliydim?) "şekere gelene kadar daha neler var" diyor ve maalesef dedirtiyor; çünkü belli ki inandırmakta mahir bir kalem kendisi. Zaten öyle olmasa şeker lobisi tarafından istihdam edilmezdi sayın yazar.

    YanıtlaSil