7 Ocak 2018 Pazar

Kadınların Cenneti

Mustafa Özel bir konuşmasında büyük yazarları büyük yapan şeyin geleceği öngörebilmeleri olduğunu söylüyordu. Kadınların Cenneti'ni okurken hocanın bu minvaldeki sözleri kulaklarımda yankılandı sık sık. Emile Zola öyle bir sistem kuruyor ve öyle detaylı tasvir ediyor ki kendinizi tıkır tıkır işleyen dişlileri seyrederken buluyor, detayların renkliliği ve görkemine karşı koyamayarak ortamın bir parçası haline geliyorsunuz. Bunu başarabilen romanların sayısının oldukça az olması bir yana, bugün artık neredeyse hiç örneğine rastlayamaz hale gelmemiz bizim çağımızın illetli yanlarından biri sanıyorum.

Emile Zola - Women's Paradiseİşin aslı "Kadınların Cenneti" çok uzun zamandır okuma listemdeydi. Kitaptan lise yıllarımda haberdar olduğumu fakat içeriğine dair hiçbir şey bilmediğimi hatırlıyorum. İsminden pek hoşlanmadığım kalmış yalnızca aklımda. Kitabın dilimizdeki adı orijinaliyle birebir aynı olmasına rağmen aynı etkiyi bırakmıyor çünkü. Çevirinin bir dilin diğerine yeterli gelip gelmemesinin ötesinde aslın ruhunu yansıtma konusundaki sıkıntısından kaynaklanıyor sanırım bu. Bu yüzden çevirilen her eser eksilerek aktarılıyor diğer dile. Benim okuduğum çeviri Aydın Karahasan'a aitti. Fransızca aslından çevrilmiş ve 2009 yılında basılmış. Başka bir çeviriye de denk gelmedim. Yeri gelmişken kurgunun akışını çok bozmamakla birlikte çok da iyi bir çeviri olmadığını söylemeliyim. Haksızlık etmek yahut mübalağa etmek değil amacım, fakat aynı kelimenin bazen Fransızca aslı bazen Türkçe karşılığı ile verilmesi, vurguların Türkçeye aktarımında ufak sıkıntılar, zaman zaman diyalogların okuyucunun zihninde flulaşmasına sebep olabilecek ifade karışıklıkları beni doğal olarak rahatsız etti, söylemeden geçemeyeceğim. Buna rağmen büyük bir keyifle okudum, hatta dayanamayıp gece uykumdan feragat ettim, otobüste sonuna yaklaştığımda ise ineceğim durağı kaçıracak oldum. Beni böyle sürüklemeyi başarabilen bir kitap uzun zamandır karşıma çıkmamıştı.

Geçtiğimiz ayda son beş yılda çıkan 7-8 öykü ve romanı ardı ardına okumuş ve aradığım lezzeti bulamamıştım ki Emile Zola onu büyük yapan maharetiyle beni aradığıma kavuşturdu. Hem okumakta bu kadar geç kaldığıma üzüldüm, hem de dönemi daha iyi kavrayabilmem için bana bir bakış açısı kazandırdığına inandığım dönemin iktisadi ve sosyal tarihine dair okuduklarımdan/öğrendiklerimden sonra okuduğum için mutlu oldum. Çünkü lisede okusam muhakkak şimdi tattığım okuma lezzetini yine tadar fakat romanın ve karakterlerin yansıttığını tam anlamıyla idrak edemezdim. Yakın zamanda yine roman ve dönem okuması üzerine düşünürken aklıma geldiğinde de artık okumanın vakti geldi diye düşündüm. Normalde adetim olmamasına rağmen kitabı okumadığım halde eserden uyarlanan The Paradise adlı diziyi daha önce seyretmiştim, bu yüzden kitabın oluşturacağı resim hakkında daha da heyecanlıydım açıkçası. Geçen Salı kütüphaneden çıktıktan sonra ajanda almak için kitabevine uğradığımda dayanamayıp kitap bölümüne de uğradım ve dolaşırken Germinal ilişti gözüme. Oradan Kadınların Cenneti tekrar aklıma düştü ve kitabı temin ettim. Takip eden ilk iki günde başlayamadım ve bu sürekli zihnimi meşgul etti, çocuk gibi heveslendim. Tam olarak anlam verebilmiş değilim ama kitabı bitirince heyecanıma değdiğini düşündüm.

Bu kadar gevezelikten sonra kitaba gelecek olursak; Zola bu eseriyle kapitalizmin doğuşunu yazmış desem abartmış olmam, hatta biraz klişe olacak ama şöyle de diyebilirim: kapitalizmin kitabını yazmış. Kitaba adını veren cennet bir alışveriş merkezi. Sanayi devriminin ardından değişen düzenle birlikte gelen yeni ticaret anlayışı, küçük esnafın büyük sermaye sahiplerine ve onların devasa stoklarına ve indirimlerine direnişi -ve bir yandan içten içe öykünüşü-, alışverişin ihtiyaçtan değil arzudan beslenmeye başlaması ve burjuvanın giderek yozlaşan ve düşkünleşen, yine de başarıyla gizlenmiş bir çirkinlikle saltanatını sürdüren o kokuşmuş halini gözler önüne o kadar güzel seriyor ki kapitalizmin dişlilerinin nasıl da takılmadan işlediğini rahatlıkla görebiliyorsunuz. Kadınların Cenneti'nin sunduğu manzarayı bize Marx'ın kendisinin dahi sunamayabileceğini düşündürüyor hatta, ki ben şu anda tam olarak bu fikre ikna olmuş durumdayım. Mustafa Özel'in başta aktardığım cümlesini bu noktada tekrar hatırlatma gereği duyuyorum çünkü kitap yazıldığında var olan mağazaların çok ötesinde bir tablo çiziyor ve okurken bugünün AVMleri ile karşılaştırıldığında neredeyse farksız bir sonuç çıkıyor ortaya. Hatta bazı alışveriş merkezlerinin Zola'nın cennetinin yanında neredeyse amatör kaldığını söylemek de mümkün. İşte burada yazarın yaşadığı dönemi ve devamını ustalıkla okuyuşu kendini apaçık ortaya koyuyor. Elbette salt inşa ettiği sistem değil, toplumu, tabakaları, insan ilişkilerini okuma biçimi de bu tablonun bir parçası. Her şey o derece yedirilmiş ki sona gelindiğinde okuyucu tüm karakterlerle birlikte o hayatı tecrübe etmiş gibi oluyor, ne fazla eksik, her şey tam da olması gereken miktarda demekten kendimi alamıyorum bu yüzden. Özellikle de insan davranışlarını işleyiş biçimi benim için çok kıymetli. Hem kadın-erkek ilişkilerini hem de işçi-işveren iletişimini, alt-üst gruplar arasındaki çekişme ve güç mücadelesini, halk-burjuva-tüccar üçgenini, sefalet ve zenginlik ve benzeri birçok zıtlığı okuyucuya ustalıkla aktarışı "nasıl yazılır" ve "nasıl işler" sorularının cevabını vermeye oldukça yeterli geliyor. Zaaf kavramını ve etkisini işleyişi ise kitabı okumak için başlı başına bir sebep diye düşünüyorum.
Kitabı çok övdüğümün ve bunu yaparken zaman zaman basmakalıp ifadeler kullandığımın farkındayım, fakat işin aslı bir kitaptan bu şekilde bahsettiğim gerçekten nadirdir. Genelde mutlaka gözüme batan bir şeyler olur, bir eksik bulurum. Ancak bu sefer hiçbiri olmadı, bu yüzden uzunca bir aradan sonra detaylara takılmayacak kadar keyifli bir okuma serüvenini bana tattırdığı için Kadınların Cenneti'ne bunu borçlu olduğuma inanıyorum. Aslında kitabı bölüm bölüm ele alarak bahsini ettiğim tabloyu daha somut ortaya koymak, alıntılarla zenginleştirerek tüm bu övgüyü hak ettiğini ve sahiden büyüklüğüne yakışır bir tasavvuru ve öngörüyü yakaladığını ispat etmek isterdim fakat o zaman bu bir yazı olmaktan çıkardı. Bu sebeple gevezeliğimi mazur görmenizi rica ediyor, kitabı şiddetle okumanızı tavsiye ediyorum. Okumadan önce dönemin sosyal tarihine bir göz atmanızın da okumanızı daha keyifli hale getireceğine inanıyorum. 

Kitabın sonundan bir alıntıyla bitirelim: 

Mouret, bu aydınlık içinde, yıllardır birlikte çalıştığı kadınları izliyordu. Bir itişip kakışma, bir hay huydur sürüp gidiyordu. Reyonları adeta yağmalayan müşteriler yavaş yavaş çekiliyorlardı. Kasaların önü kalabalıklaşmış, çil çil altınlar akmaya başlamıştı. Yolunduğunu sanan bazı müşteriler bir yandan bozguna uğramış gibi homurdanırken, bir yandan da, arzularını engelleyemeyip otel köşelerinde zevklerini tatmin edenler gibi gizli bir utangaçlıkla hallerinden memnun görünüyorlardı. Onları böylesine tüketim düşkünü yapan Mouret idi. Cazip mallar yığması, özel indirimler yapması, iade kolaylıkları sağlaması, özellikle de yaptığı reklamlar kadınları çıldırtıyordu. Annelerin gönlünü de fethetmiş gibiydi ve onlara bir zorbanın hoyratlığıyla hükmediyordu. Yarattığı geçici hevesler yüzünden nice ocaklar sönüyordu. Kadınlar onun yaratıcı düşüncelerine yeni bir dinmiş gibi tapınıyorlardı. İnançları zayıflayan insanlar kiliseleri boşaltıyor, bu mağazalara doluşuyorlardı. İnançsız ruhlar artık bu mağazalarda teselli buluyordu. Kadınlar, eskiden bir kilise köşesinde geçirdikleri boş zamanını şimdi Kadınların Cenneti'nde geçiriyorlardı. Mouret mağazasına kilit vuracak olsa, mutlaka sokaklarda ayaklanma çıkar, ibadet etmeleri yasaklanan rahibelerin isyanı gibi bir şey yaşanırdı.

0 yorum:

Yorum Gönder