12 Nisan 2015 Pazar

Tirende Bir Keman yahut Sessiz Sözsüz Bir Şarkı

Nereden anlatmaya başlayacağımı bilemeyerek dokunuyorum tuşlara. Kitap her Mustafa Kutlu kitabı gibi bir hülyalı anda bırakıp da bitti çünkü. Mustafa Kutlu’nun benim kırık dökük kelimelerimle tarife ihtiyacı olmadığı muhakkak, dolayısıyla doğrudan kitaba geliyorum.
Kitap yeni değil aslında. Epey oldu çıkıp beni mutlu ederek meraklandıralı ama bir türlü alıp okumaya fırsatım olmamıştı. Okumadığım gibi kitap hakkında yapılan yorumlara, neyden bahsettiğine dahi bakmadım da. Okuma hevesi yeni yeni meydana çıkan kuzenime kitap alayım diye gitmişken rafta gördüm, dayanamadım. Müsait olup başlayana kadar bir hal oldum. Merakım nirvanasına doğru yol almaya da başlamış bir yandan tabi. Otobüse biner binmez kitaba sarılışımın bir tuhaf oluşu bu yüzdendi, gören duyan olduysa üç maymunu oynayabilir, uygundur.
Mustafa Kutlu-Tirende Bir Keman
Mustafa Kutlu-Tirende Bir Keman
Ne zaman başladım da ne zaman bitti derken buldum nihayetinde kendimi. Gerçi benim böyle demediğim Kutlu kitabı nadirdir ya, neyse. Fakat bu kitap bir başkaydı esasen. Zira kitap boyunca bana bir saz ekibi eşlik etti. Tabi ilk etapta böyle deyince anlamsız oldu, kitap adeta klasik müziğimizin (klasik müzik derken klasik Türk müziğini kastediyorum) güzellerinden bir seçki, kulağa değil de göze hitap eden bir albüm sanki. Bu sayede kitabı okumadım, izledim bir bakıma. Şarkılar satırlara eşlik etti, kitap bitince açtım interneti, bir bir dinledim üstüne. Bu sebeple aldığım keyif katlandı diyebiliriz rahatlıkla.
Mustafa Kutlu son zamanlarda ufak ufak değişiklikler yapıyormuş gibi hissediyorum üslubunda. Bu kitapta da onu hissettim. Fakat kendimi müziğe kaptırdığımdan olsa gerek, pek sesim çıkmadı. Değişiklik iyidir de denilebilir belki, bilemedim.
Hikayeye gelecek olursak; musikiyi dededen miras almış bir gözde kemânînin  hayat taksimini dinletiyor bize sahibu’l kalem. Sessiz sözsüz bir şarkı deyişim bu yüzden. Ve elbette içli, çokça içli. Genelde kadınların üzerine yakıştırıp kaleme döküldüğünü gördüğümüz vefayı, sanatkar ve ince bir ruhla ödüllendirilmiş bir beyefendide görüyoruz bu sefer. Bir merkezde üç şeye vefa: Sevilene, sanata ve babalığa. Bunların hepsi elbet  muhabbetli bir tutkunun tezahürü.(Aşk demek istemiyorum) öyle bir muhabbet ve tutku ki, zirvelerdeki bir hayatı Anadolu’nun ücra bir köşesinde, kim vurduyla yitip gidişe sürüklüyor ve beraberinde bu kaderi de bir kemanla birlikte miras bırakıyor ardında kalana. Bu sebeple kitap yüzünüzde bir gülümsemeden ziyade göğsünüzde bir burukluk, damağınızda kekremsi bir tat bırakıyor.
Biraz daha konuşursam “spoiler” vermekten kendimi alıkoyamayacağım için burada kalayım. Kefâ li hâza’l kitâb.

0 yorum:

Yorum Gönder